MURAT ABAR (murat abar)
KIZIL İNCİM
KIZIL İNCİM
Bir gamzenden öpüşüm vardı,
Birde eflatuni gözlerin
Gecelerimde güneşin terk edildiğinde.
Ansızın bir anda neler gelip neler geçerse aklından insanın
Öyle işte öyle…
Şimdi bir ben kaldım en tarumarından
Yıkılmış bir adamdan ne kalması gerekiyorsa geriye
İşte taa ondan…
Bir apartman köşesi yine meskenim
Bir radyo istasyonunun en dibindeyim
Mikrofon küs bana,
Bilgisayar uzak, müzikler boş ve anlamsız…
Bir sen vardın hoş sende kaldın mı? Geriye,
Var mısın bende, nerdesin kızıl incim nerde?
En masumundan gülüşlerini özler oldum,
Dağ kokulu dağ gibi kadınımdın sen benim,
Hani o milleti ifrit
Lakin beni aşikadan tafralara hüzzam katan
Erkek gibi kadınımdın sen benim...
Ne vakitten bu yana bakamaz oldum güneşe
Hadi niye de niye bakamıyorsun güneşe de!
Söyleyeyim güneşe niye bakamadığımı
Kızıl saçlarında idam olan karasevdamızı!..
Anladın mı? güneşe niye bakamadığımı.
Bir gebenin yavrusuyla buluşma anının bile zirvesindeydi,
Gizli, gizli buluşmalarımız.
Yaramaz çocukların ortalığı karıştırmasından bile
Bile korkunçtu şımarıklığımız
Ve yine yetim gözüydü ağıtlarımız…
Hani hatırlar mısın? Bir kaç saniyeline görmek için seni
Bir gece vakti sokağın başında
Yol kenarında sen balkonda, ben aşağıda
Sanki hep eziliyordum senin yanında.
Fakat senin yanında ezilmek bile bambaşka….
Sonra sabahlara kadar konuşmalarımız telefonda;
O kör olasıca yatak konuşsada
Anlatsa benim ne çileler çektiğimi!
Ardından telefonum dile gelse
Koyun koyuna yatışlarımızı anlatırdı senin uğruna…
Nazına işvene kurban olduğum
Resimlerimiz durur hala bütün ahengiyle
Bir geçit merasimi sanki odam.
Biraz kızmaktasın sanki resimlerinde bana
Sanki suçu bende bu acizliğimde bulursun resimlerimde
Özlüyorum seni ay parçası yüreğimin en köşesinde.
Nede güç bulmuştuk birbirimizi seninle;
Ve yaşayamadığın sevgileri yaşatmaktı niyetim
Tüm içtenliğimle.
Bir telve kurusu gençliğim ellerinde,
Ellerinde ellerim sanki bir kahve fincanının telvelerinde…
Sanırım tek yapmamız icap eden
Birlikte olamadığımız yılları yaşayamamak beraberce,
Birlikte olamadığımız yıllarsa bu hasrete gebe.
Bir feryat tutturmuş doğuyor üzerimize gündüz gece…
Hatırlar mısın? Birde;’’aşkım ne kadar seviyorsun’’
Dediğimde ‘’şu kadayy’’ demen çocukça,
‘’bu kadayycık mı’’ dediğimde ise;
‘’şu kadayy şu kadayy’’ demen
benimse ardından ardından ‘’aa kocamanmıss’’ demem
hatırlar mısın? o saadet yağmurlarını.
Biz aslında çocukça bir aşk yaşadık
Beklide evcilik oyunu gibi, çocukça
Yaşanılan aşklar diri olurmuş, be gülüm
İşte o kadar diri. Bir o kadarda gerçek.
Ortak hayallerimiz vardı bizim gelecek için
Gelecekse bir gün gelmeliydi bizim için,
Söyle be kadınım niçin, sevdalım niçin?
Biz aslında çocukça bir aşk yaşadık
Beklide çocukluğumuzu hiç yaşayamadığımız için
Her mavi seni hatırlatırdı, seni bana
Gündüz gezmelerimde ne çiçekçiden çıkmak isterdim
Mavi bir gül görüpte
Nede mavi boyanmış duvarlı bir dükkandan çıkmak
Ucunda sen olsan bile…
Seni bile senden daha fazla seven ben
Bir mavi tutturdum gidiyorum haybeden
Nereye baksam maviden
Ne yöne dönsem senden
Ne senden geçerim kızıl incim nede mavilisinden
Mavilim mavişelim tenhada buluşalım
Buluşursak yandım ben!
Ağlama be yaralım ağlama karalım
Ben sende biterim yalnız
Kızıl saçlım hafiften mor dudaklım
Eflatuni gözaltların çaldı yüreğimden aşk nergisin
Nergis nergis olalı görmedi ki böylesini!
Şimdi bir ben kaldım en tarumarından
Yıkılmış bir adamdan ne kalması gerekiyorsa geriye
İşte taa ondan…
Bir apartman köşesi yine meskenim
Bir radyo istasyonunun en dibindeyim
Mikrofon küs bana,
Bilgisayar uzak, müzikler boş ve anlamsız…
Bir sen vardın hoş sende kaldın mı? Geriye,
Var mısın bende, nerdesin kızıl incim nerde?
En çok sakalımı severdin inatla kestirtmediğinde
Ve sakalım en kesilmek istediğinde bile
Kesilmemek için direniyordu seninle.
Uzun, uzun baktığında gözlerime
Feryad-ı Figen ederdi
Başta canım yanardı cihanda kalmazdı ahım…
Boyu boyuma huyu huyuma yarim dediğimiz
Beraber ağladığımız, beraber güldüğümüz,
Elim eline değer değmez çözüldüğümüz
Varlığımız, yandığımız, dağıldığımız ve öldüğümüz
Annemizden kalmasada bir gümüş yüzük aldığımız
Birbirimiz için ve daha nice hediyeler
Sırf birbirimizi saydığımız için…
Her uzun yolda sen, her sende bir uzun yol
Bu uzun yol senden uzak!
Sen o uzak yolda sanki bir garip tuzak!
Ve resimlerimiz geriye kalan senden sadece,
Resimlerimiz sen ve ben ne kaldıysa başka geriye
Ah beyaz tenlim! ne kadar geç kalsakta sevmeye
Unutma ki sevmek bizim elimizde
Ama unutma gök kubbe yer saltanat şahidimdir
Yaratan yüce Allah’ım şahidimdir!
Bir gün döneceğim sana geriye…
Ömrüm bir bağbozumu ellerinde,
Gözlerin idam fermanı yaşlı gözlerimde
Sözlerin anlamsız acizikar sözlerimde…
İmkansız bir aşksa en çıkmazından
En imkansız aşklarda seni ararım.
Unutma en imkansız hayalimiz
Çocuklarımızın hayalini kurmak!
Bir kız ve oğlumuzun olması,
Hayallerin vuslatlarda gençliğimizi sorgulaması
Kızımızın adının MASAL sebebinin ise;
Yaşanılan aşkın masal olması!
Oğlumuzun adının MERT
Babası gibi mert olacağı, ona benzemesi…
Yastığımda gül, yorganımda gürz olurdu
Yanımda da sen olsaydın,
Kafamı yastığa koyar, gürzü kendime siper ederdim
Seni ise bedenimin en güzel yerine nakşederdim…
Şimdi bir ben kaldım en tarumarından,
Yıkılmış bir adamdan ne kalması gerekiyorsa geriye
İşte taa ondan…
Bir apartman köşesi yine meskenim
Bir radyo istasyonunun en dibindeyim
Mikrofon küs bana,
Bilgisayar uzak, müzikler boş ve anlamsız.
Bir sen vardın hoş sende kaldın mı? Geriye,
Var mısın bende, nerdesin kızıl incim nerde?
İmkansız doğdum işte neylersin
Yaşadım imkansızından beklide en sefilce
Sonra bir el tuttu ellerimden, beni çok seven
Severken aşkı yüreğinde besleyen
Ve bana da sevgisini en derinde yüreğimde hissettiren
Her şey imkansızken yalvardım Allah’a
‘’Ne olur rabbim onu bari imkansız kılma bana’’
o bari senden sonra yoldaş olsun
derdime derman halime haldaş olsun
olsun… olsun… olmadı olmadı…
Belki ilerde yaşayamayacağımızı
İmkansız bir aşkla gecenin bir yarısında
Ağlaya, ağlaya yüce rabbime yalvara, yalvara
Seni sen bile belki benden fazla sevemeyecekken,
Senden uzakta serçe gözyaşları döken ben
Belki başka birinin kollarında bir pastane köşesinde
Seni uzaktan süzerken ben…
Serçe ağlayınca ölürmüş bir tanem
Ne olur ağlatma beni ne olur öldürme serçeni!..
Güneş kıskanmaz bizi, ay çıldırmaz görünce bizi kol kola
Yıldızlar yol açar bize her görüşlerinde
Kaldırım taşları minder olur, sokak araları derya deniz
Kimse penceresinden bakmaz,
Dışarısına gecenin bir yarısında
Sütü biten çocuğuna almak için
Sokağa bile çıkmaz
Sırf biz varız rahatsız olmasınlar diye
Kimse açık bakkal aramaz düşmez yollara…
Bir Kaleşin namlusu acıtır başımı
Birde imkansız olan aşkımın figanı acıtır:
Cümle alem sanki bu sevginin üzerine geliyor
Sanki hiç kimse aşkımızı istemiyor!
Dünya bile bu aşkın karşısında
Aramızda yığınaklar ellerinde silahlar
Ve tel örüyorlar!
‘ruhlar tele takılmaz’ bedenler olmasa da ruhlar bu aşkı yasatırlar.
yaşanmaz sanma gülüm!
Ölüm bile seninle en güzel yaşanır…
Gözlerim yaşlı sanma bir tek damla dökülmez,
Ama ne olur beni unutma.
Serçe bu ağlatmaya gelmez
Tadı tuzlu sevdamın yerken hep zevk verir,
Ama unutma! sevdalım tuz su değil eritir!
Gözlerim umut saçsa da imkansızların içindeyim
Yaşadığım bunca yılı nasıl olurda silerim.
Şimdi bir ben kaldım en tarumarından
Yıkılmış bir adamdan ne kalması gerekiyorsa geriye
İşte taa ondan…,
Bir apartman köşesi yine meskenim.
Bir gamzenden öpüşüm vardı
Birde eflatuni gözlerin
Gecelerimde güneşin terk edildiğinde;
Güneş…
Terk etme…
KIZIL İNCİM…
Gitme…
(Bir Aşkın Anısına)
MURAT ABAR
Bu şiir toplam 758 kez okundu.
18.09.2008 01:29:10