Şahin Kabakuş (şahin kabakuş)
SÜGÜNÜ OLDUĞUM MEMLEKET
Apartmanın merdivenlerinden iniyorum;
Komşu kadınlar kapıları açmış zamanı yıpratıyorlar.
İyi niyet tebessümüyle günaydın diyorum
Kaçıyorlar!...
Öyle kaçıyorlar ki, terliğin biri antreye
Diğeri merdiven boşluğuna düşüyor…
Kapılar öyle çarpılıyor ki,
Söve kenarındaki sıvalar dökülüyor…
Ve ben her seferinde
Boynunda cinsi sapık yaftası taşıyan adam gibi
Usulca iniyorum merdivenlerden.
Aklıma sürgünü olduğum memleket geliyor;
Damları bir adam boyunu geçmeyen…
Hele bir de kar kürününce sokaklarının dolduğu,
Herkesin yatmak için bir
Yaşamak için bin evinin olduğu memleket…
Eze demek ana demekmiş;
Ezemiz olurdu o memleketin evli kadınları
Anamız olurdu…
Acıkınca en yakınımızdaki kapıyı çalardık,
Onlar açarlardı ana sıcaklığında,
Ve kendi hanemiz gibi içeriye dalardık.
Ortası delik ekmeklerin en tazesini getirirdi canım ezem…
Bizim ne kadar doyduğumuz önemli değildi,
Ona göre tıka basa doymadan salmazdı evden…
Hele bir de “her zaman bizden küçük olan!” kızları yok muydu?
Hâlâ namusum gibi bilirim onları,
Ve hale dağ gibi gördükleri ağabeyleriyimdir…
Sürgünü olduğum memlekette bacısı olmayan üzülmezdi,
Onlarca bacının bir tas çorbası kaynardı ağabeyleri için…
Erkek kardeşi olmayan da üzülmezdi;
Onlarca delikanlı dağ gibiydi onların arkasında…
Ve hep birbirlerinin düğünlerindeydiler
Birbirlerinin yasında…
Bir de o memleketin çocukları vardı…
Ya itti-bitti ya da holla-çelik oynarlardı…
Sokaktan geçen ağabeyiler onlara eşlik ederdi.
Ceplerinden eksik olmazdı
Ne yirmi beş kuruş, ne leblebi, ne üzüm…
Yürürken kerpiç damların sallandığı
O yiğit, o iki gözüm
Ağabeyiler,
Çocuk ayırmaksızın dağıtırlardı ceplerindekileri
Birer birer.
Şimdi, biraz kırgın, biraz yaralı
Ve bütün isyanımla diyorum ki;
Allah beni aç etmesin!
Adı komşu olanın
Bir yudum suyuna muhtaç etmesin…
Terliğinin birini merdiven boşluğunda bırakan,
Diğerini çıkarmaya dahi fırsat bulamadan
Evinin en dip odasına kaçan,
Şekli insan,
Ruhu yaban
Ve hayalet gibi dolaşan kadına
Ne abla ne de eze diyesim geliyor…
Sürgünü olduğum memlekette kadınlar iffetine,
Erkekler de kendine güvenirdi.
Kapının sövesine omuz koyan kadınlar
Kapı komşusuna el verirdi.
Gece boyunca sokakları dinleyen yiğit ağabeyiler
Hanesi yıkılana direk,
Yük altında kalana bel verirdi…
Ve şimdi
Ve kahrolarak yaşadığım bu memlekette,
Kafam ellerimin arasında sokakları dinliyorum…
Saat sabahın beşi…
Gözlerimden uyku damlıyor…
Ne yapsam uyuyamıyorum.
Bir yiğidin eşi
Hasta olduğu dahi bilinemeden
Musalla taşına hazırlanıyor…
Çığlık üstüne çığlık!
Bunu bir tek ben duyuyorum.
Sokaktaki evlerin çoğunda ışık yanıyor
Sabah namazı vakti.
Kim bilir bu çığlığı duymamak için
Belki de yüksek sesle namaz kılanlar var
Diyesim geliyor…
Çünkü hâlâ kapalı söveleri birbirine yapışası kapılar.
Bir rahmet fısıltısı
Ve yüreğime serpilecek bir damla su adına,
Son bir defa kulağımı dayıyorum
Bu şehrin vantuz dudaklarına…
Heyhat!
Adamların azaldığı,
Elbiselerin külhanlarda bey gibi gezdiği Gez Mahallesinde
Nâra atıyor bir kişi…
Ve henüz kızlığının farkında dahi olamadan
Kadınlığını yıpratan bir ceylan
Her halde düştü yine Gölbaşı sokaklarına!..
(2003- Erzurum)
Bu şiir toplam 467 kez okundu.
13.12.2008 03:58:06