Cumali Cumalioğlu
Aşka, Geç Kalma!
Aşka, Geç Kalma!
Bugün kendimi sevgi katili bir suçlu olarak görüyorum. Suçum erken gelmek dünyaya. Ya da yaşamaya geç kalmam. Birini çok sevdim. O da beni sevdi. Ben O’nu aşkla sevdim. Ama söyleyemedim. Ya da defalarca söyledim, O anlamak istemedi. Nedeni bu güzel duyguyu yaşamaya geç kalmış olmam!
Ben onu tanıdıkça sevgim katmer katmer arttı. Taşacak duruma geldi. Sığmadı yüreğime.. Büyüyen sevgimle anladım ki O’nu gerçekten seviyorum.
Son birkaç ayın mutluluğunun sebebini şimdi anlıyorum. Tüm sevincim seni sevmekten ya da sevildiğimi sanmaktanmış. Şimdi yoksun... Eski karanlıklar sarmış beni. Anlıyorum ki seni çok sevmişim. Neşem de, sevincim de senmişsin.
İyiden güzelden yana bir kavgam oldu hep. İnsanların mutluluğunu düşünürken kendi mutluluğum için çok geç kaldığımı anlamam da çok geç oldu. Meğer kendim için parmağımı bile kıpırdatmamışım. Bugüne kadar ertelediklerimi gözden geçirdim. Bugüne geldiğimde hiç birini yapmamış olduğumu gördüm. Peki insanları sevmemin karşılığı ne oldu? Kurşunlara hedef olmak, polis jopu, ayak parmaklarımın sızısı bir yana; yoksul, mutsuz bir hayattan başka elimde kalan ne?
Her şeyi yeniden denemek... Çocuk olmak örneğin. Ya da onbeşinde bir kıza aşık olmak mümkün mü?
Saçlarımızda başlayan aklar... Alnımızda vadiler çizen, göz çevremizi saran yılışık çizgilerde ne? Neyin bedeli bu, yaşayamadıklarımızın mı?
Bedenimiz beynimize ihanet etmeye başladıysa.. Emir-komuta mantığa ters işliyorsa... Örneğin kollarımızı gereksiz görmeye başladıysak.. Bedenimiz bize çoktan boş gelmeye başladıysa.. Öyleyse neden taşıyoruz ki bu boş bedeni? Gökkuşağı renginde yeni bir bahar yakalamak mümkün mü?
Yoksa yanıldın mı Konfiçyüs? İnsan acı çekerek olgunlaşır derken... Çok acılar çektim hâlâ yüreğim çocuk! Yaşayamadıklarımı hep bir gün yaşayacakmışım gibi… Yeniden onbeş yaşında olacağımı, bir kıza deli divane aşık olacağımı… Doyasıya sevip koklayacağımı düşünüyorum. Bu düş değil, bir gün gerçekten olacak gibi, bu düşünce yüreğimde hep taze ve sıcak…
Hiçbir şey için geç demeyip tutup bir ucundan silkelemeli mi hayatı, yoksa silkeleyen hayat mı bizi? Her şey bitti mi? Yoksa biten biz miyiz? Ya da kendi kendimizi mi bitiriyoruz? Gökkuşağına kapalı renksiz karanlık bir dünyada... Aşkı yaşamak için geç mi artık? Shakespeare uyandırıyor beni olanca gücümle sevmeye karar veriyorum.
Şimdi olacaksa bir şey yarına kalmamalı, yarına kalacaksa bugün olmamalı. Bütün mesele hazır olmakta... Böyle demiş Shakespeare. Kendine ayna olabildiysen, başkasının rehberliğine ihtiyacın yoktur! Kendime ayna tutup kıyasıya eleştirdim. Yaşayamadıklarım yaşamak istediklerim ağır bastı. Duygu seline bıraktım kendimi, nerede bırakırsa akmaya hazırım.
Çalışan beyin yaşadığımız anlamına geliyorsa... Her kafatasında bir beyin, bir de beyincik varsa... Kimi beden beyinle, kimi beyincikle mi yönetiliyor yoksa? Beynim bana oyun oynamıyorsa eğer, aşığım ben!
Sonunu düşünen kahraman olmaz!
Sonunu düşünen kahraman olmaz demiş birisi... Daha önce yeterince ıslanmıştım zaten alıp attım kendimi yağmurun altına ya gökkuşağı renginde bir aşk yakalayacak ya da sel olup akacaktım. Kararım bu, ne olacaksa olsundu, açıklayacaktım aşkımı. Başka da çarem yoktu, yüreğime söz dinletemiyordum.
Sabahattin Ali, “tepenize kurulan sırça köşkü yerle bir etmek için birkaç kelle fırlatmak yeter!” demiş. Yoksa kelle fırlatma zamanı mı geldi?
Aşk nedir sorusuna gelince, her şeyi ile benimsediğin, bir ömrü yalnız onunla paylaşmak istediğin biri için yapılanlar, göze alınanlar, gözden çıkarmalar ve harcanan emektir. Göze alınan tehlikeler, yapılan fedakârlıklar, çekilen acılar ve gösterilen tahammül başka nasıl açıklanabilir? Aşık olduğumuz kişiyi ruhu ve bedeni ile tamamını isteriz. Bü yüzden onunla evlenmek isteriz, tamamına sahip olmak için... Bir insanın tamamına sahip olmak içinse büyük bir çaba, esaslı bir mücadele, bazen de büyük bir savaş gereklidir.
Madem ki kazananlar hep mücadele edenlerdir. Kabuğumdan çıkıp gün ışığına atılmalı, aşkım için mücadele etmeliydim. Madem ki gelecek yorgun kimselerin değil, rahatlarına kıyabilenlerinse zaten dış çevreye (çocuklarımın bakımı için katlandığım sevgisizliğe) karşı, huzursuzluğu büyütmek pahasına da olsa dik durmalı, sahte rahatıma kıymalıydım.
Erkekliğimi kesip çöpe atsam. Günlük nafakalarından ederek kedileri kaçırır mı? Ya üremeye devam eden sıvılarım ne olacak? Göğsümü parçalayıp yüreğimi köpeklere atsam aşkımla son bulur mu köpek kavgaları… Biter mi birbirleriyle didişmeleri… Peki beynimde devam eden sevmek, sevişmek aşkı ne olacak? Böyle bitmeyecekse aşkım, beynimi mi ortadan kaldırmalı? Özgürlük tanıyıp aşkıma açığa mı çıkarmalıydım? En iyisi aşk itirafı deyip, bir güzelin diliyle gıdıklanıp kahkahaları serbest bırakmak, bir güzelin öpücükleriyle ıslanıp, diş yerinin tatlı acısını yaşamak varken… Beynini rahat bırak, istediği kadar yumuşak dokunuşlarla sevgi üretsin yüreğin, istediği kadar özgürce titresin… diyerek itiraf et aşkını… Evet aşkımı itiraf etmeli, O’nu sevdiğimi söylemeliydim.
Islanmış olan yağmurdan korkmaz hesabı uzun zamadır diri diri gömdüğüm kendimi atıp dışarı, yüreğimin gümbürtülerine kulak verip beynimde biriktirdiğim, en güzel sözcüklerle ya herro, ya merro deyip bu çok önemli itiraf yapmalıydım, aşka daha fazla gecikmeden itiraf etmeliydim.
Shakespeare’in sözünü anımsayıp beynime fazla gelen yüreğimi zorlayan -O böyle bir şey beklemese de, ben itiraf etmeye korksam da, O’na hiçbir zaman ulaşamayacağımı düşünsem de, O’na aşığım. Açığa çıkmak için beynimi zorlayan bu itirafı, en yakınıma yapamıyorsam kime yapmalıydım. Beynimi zorlayan, kafamdan çıkmak isteyen, dilimde sözcükleşmek isteyen bu sırrımı O’ndan başka kime öyleyebilirdim ki..?- dışarı çıkmak isteyen duygularıma özgürlük tanıyorum. Bir kişiyi; oğlumdan, anamdan, halkımdan, yurdumdan daha çok seviyorum ve kırıp şeytanın bacağını kaygılarımı, korkularımı hiçe sayıp beni yaralayacak tüm silâhlara kalkan ettiğim yüreğimin sesini dinliyorum ve sana aşık oluyorum bir tanem. Açıklıyorum işte aşkım: seni seviyorum!
Aydınlığı yırt, paramparça et diyor şeytan! Benim gibi karanlığı sev diyor, en siyahından dark angel. Uysam mı acaba?
Karanlık insanı eşitler. Ne güzellik farkı kalır, ne yaş farkı. Işığa sevdalı, beyaza özlem yaşarken birdenbire bugün karanlığı çok sevdim.
Kokunu hiç tatmadım. Tenini, rengini boş verip seni karanlıkta sevdim. Ne olduğunu, neye benzediğini sadece düş gücüme bırakıp, karanlığa saldım kendimi.. İnsansı sevgilerin barınağı, sahipsiz aşkların korunağı yüreğinle sana bilinmezlerde aşık oldum. Karanlıkta sevdim seni.
Her sevgi aşk mıdır?
Her sevgi aşk mıdır? Değildir elbette... Örneğin bir kediyi de sevebilirsiniz. Ama ona aşık değilsinizdir!
Kardeşlerimizi de severiz ama tensel olarak, cinsel olarak değil! Çünkü kardeş sevgisi sözsel ve ruhsal sevgidir. Tinsel, sözsel olan sevgi ancak bedensel olan cinsellikle birleşirse aşk olur.
Aşkımı itiraf etmişken, cinsel arzularımı da açmalı mıydım? Bunu da paylaşabilir miydim seninle? Bunu sevdiğinle paylaşmak kaldırılamayacak bir yük, fazladan bir şey midir? Sevgilimse eğer, neden üzsün ki bu onu...?
Vücudumdaki biyolojik bir gerçeğe kendini kapatman, seni sadece sözsel olarak seviyorum, vücudun beni ilgilendirmiyor demekse, beni bölüp parçalayıp bazı kısımlarımı sevmense; bu aşk değil başka bir şeydir. Çünkü aşkta sevilen tamamı ile sevilir ve tamamı istenir!
Cinsellik aşktan ayrı mıdır?
Peki aşkla cinsellik ayrı mıdır? Birbirleri ile ilgisi nedir? Aşık olan sadece bakışmak, dokunmak mı ister? Cinselliği de paylaşmak istemez mi? Bu neden itici olsun ki? Öyle değilse neden seçici davranırız? En güzel alçı mankene de aşık olunabilir demeyin sakın! Benimsediğin bir vücutla birleşmek aşkın bir parçası değilse evliliklerdeki ten uyuşmazlığını, reddedilen vücut kokularını, bu yüzden boşananları neyle açıklarsınız? Ben, cinsellik aşkın en önemli parçasıdır, aşkı büyüten ya da bitiren parçası cinselliktir diyorum.
Cinsellik aşktan ayrı mıdır? Salt sevgiyi herkese duyarız ama yalnız bir kişiyi aşkla severiz. Peki bunun anlamı nedir? Çünkü aşkın içinde tensel olan cinsellik de vardır. Aşık olduğumuzla bu yüzden evlenmek isteriz. Duygusal, tinsel olan sevgimizi, cinsellik ve tensellikle birleştirerek bedensel birlikteliğe ulaşmak için, aşkım dediğimiz kişi ile evlenmek isteriz.
Peki aşkımızı kazandık, elde ettik diyelim. Aşk savaşı biter mi? Bu kazanım birlikte kaybetmeyi de getirir. Kaybetmemek için bu defa, kazandığımızı sürekli mutlu görmek, her türlü doyum sağlamak ve elde tutmak için ekonomik rahatlatma, sabır, hoşgörü ve fedakârlık savaşı başlar. Bunları veremediğimizde ise mutsuzluk başlar. Çok istediğiniz aşkınız ve evliliğiniz kâbusa döner.
Uyumsuz eşlerin sloganı yaşasın mastürbasyon mudur?
Uyumsuz eşler, eşlerini mi aldatırlar, üç-beş kuruşa bedenlerin kiralandığı aşk pazarlarından mı yararlanırlar ya da sloganları yaşasın mastürbasyon mudur?
İyi midir boş vermişlik? Duyarsız, duygusuz insanlar daha mı mutludur? Baharım sonbahara dönüşmeden, yaşamın en güzel renklerinin ucundan tutunmam olası mı? Ya da aydınlık sevdasına veda edip, aydınlığın karanlığına hapsettiğim, diri diri gömdüğüm kendimi oradan çıkarıp, yaşamsal renklerle güzel bir aşkla koşabilir miyim el ele, gönül gönüle? Unutup diğer insanları yalnız kendim için yaşamam olası mı?
Önümdeki kabarıklık dışında kimse görmese de günde kaç kez boşalmak istediğimi, gecede kaç kez fena olduğumu bilmeseler de kaşarlanmış bir cellat edasıyla bastırdığım cinselliğimin kimse farkında değilse de Eric From, Freud, Young, Adler umurunda mı yapışkan sıvıların? Saçlarımdaki birkaç aka inat! Ben istemesem de içimde bir yerlerde sonsuz hızla sıvılar üremeye devam etmekte…
Suçlu, Kalk Ayağa!
Oysa ben dövüştüm, hep kahpeliklerle. Kanlı-bıçaklı oldum riyayla... Sözden hançerimle parçalayıp yalanları, kurşuna dizdim diktaları... Ne çare şimdi yaşama geç kalmış biri olarak suçlu olan benim!
İnsan ağaç olsa her bahar yenilense diyorum... O’ndan önce geçirdiğim yılların bahanesiyle bir güzelin sevdasına yanıt olamıyorum diye; aklım, mantığım, beynim beni suçluyor. Kendimi sevgi katili bir suçlu olarak görüyorum. Oysa azmettiren yıllardı. Yine de kabul ediyorum. Solan güllerinin katili benmişim gibi suçluyum.
Beynime hapsettiğim, dilime yasakladığım sözcükler ille de özgürlük istiyorsa ne yapmalıyım? Onları en sevdiğime söyleyemedikten sonra sevmenin anlamı ne? Sevdiğim bir anlamda ben olmalı... Benim kendimden gizlim olabilir mi? O’ndan gizlim varsa, O ben olamamıştır; O’ndan saklıyorsam beynimi kemirenleri, değil sevgimi, güvenimi de hak etmemiş demek değil midir? Küçük bir çocuğu severken bile dokunarak sevgimizi gösteriyorsak, sevgi dokunmaktır denilebilir. Öyle ise kendimizi tensel dokunmaya kapatmanın anlamı nedir?
Hiç kimseden af dilemiyorum. Ne geçmişten, ne gelecekten. Ne açılmış güllerden, ne de açılacak olan gonca güllerden... Tetik mi suçludur, parmak mı? Kurşun mu suçludur, insan mı? Ölen mi suçludur, öldüren mi? Kurşunu insan yapar. Tetiği parmak çeker. Ölen de tahrik etmemeli, hedef olmamalı mı demeli.. Yoksa her hedefe ateş edilmez mi denmeli... Sorular çok ama ortada bir vurulan bir de vuran varsa iş karışıktır. Yine de kurallar, yasalar gereği hep beraber vuranı mahkûm edelim. Bu cinayet faslı bitsin.
Karanlık insanı eşitler!
Biz karanlığa dönelim yeniden. Karanlık insanı eşitler demiştim.
Karanlık bir odada sen, ben, o, K ve N olsak. Açık saçık şeylerden söz etsek. Kim olduğunu bilmeden karşılık bulur muydu sana dokunuşum? Yoksa çıtkırıldım, efemine birini mi isterdin? Ya da ıslaklığını kurutacak bir kadın mı isterdin yanında? Tercih senin kimse görmüyor nasılsa her taraf karanlık. Ses yok. En fazla derinden iniltiler duyuluyorken, göbekler kalçalar dışında her şey eşit en büyük hazzın eşliğinde ne yapardın? “Dur! Kim olduğunu görmeliyim” mi derdin? Yenik mi düşerdin bedenini saran şehvete? Kendini zevkin ağdalı sıcak kollarına mı bırakırdın? Karanlığın soruları çok, ama bu kadarı yeter sanırım.
Karşımdakinin haklı olabileceğini hesap edip hatamda ısrar etmektense susmayı, karanlığa gizlenmeyi seçtim. Çünkü bakılacak yüze utanılacak söz söylemiştim, suçluydum. Düşünmeden konuştuğum için de özür dilemenin yararsızlığına inandığımdan kendimi karanlığa hapsettim.
Bütün korkularımdan arınıp her şeyi göze alarak onu sevdiğini itiraf ettiğinde “seni sevmiyorum” demeyip kibarca “bunu tartışmamız gerekiyor” diyorsa… Bundan sonra kimse seni üzmemiş gibi sevebilir misin insanları, yaşamı, yaşamayı...
Açığa çıkan sevginiz birdenbire onu kaybetme korkusuna dönüştüyse ne yaparsınız? O yıkıcı gerçekle yüzleşmektense saklanmak istemez misiniz? Görünmezliğin en karanlığına hapsetmez misiniz kendinizi? Siz isterseniz buna kaçmak deyin, isterseniz korkaklık ben saklandım. En büyük korkum aşkı yakalayamadan kaybetmek olduğu için, kaçmak da olsa bunun adı, ben öyle yaptım. Saklandım ama gerçekten sevdiyse, yoksa başka biri, bütün önceliği bensem, beni bulacağını umuyordum.
Şimdi yoksun...
Son birkaç ayın mutluluğunun sebebini şimdi anlıyorum. Tüm sevincim seni sevmekten ya da sevildiğimi sanmaktanmış. Şimdi yoksun... Eski karanlıklar sarmış beni. Anlıyorum ki seni çok sevmişim. Neşem de, sevincim de senmişsin.
Mutluluk aşkın neresinde derseniz. Önce aşkı yakalamak gerekir derim. Mutluluğun nüvesi aşktır. Aşk yıpranmaya başladıysa, tinsel huzuru kaçan beyinde ve rahatlamayan bedende huzursuzlukla birlikte mutsuzluk başlar. Saygıyla kuşatılmamışsa, saygıyla beslenmiyorsa son sevgi kırıtıları da kırıcı olur, yıpranma ve aşağılamalarla nefrete dönüşür.
Yerini zamanını doğru belirlemeden söylediğim o söz için şimdi özür mü dilemeliydim. Bu ne işe yarayacaktı? Özür dilemek yanlış sözümü gerisin geri dilimden içeri sokup beynimin en karanlık hücresine hapsedemeyeceğine göre, karanlığa kendimi hapsetmeliydim. Belki bu gerçeklerden kaçmak olacaktı ama başka da yapacak bir tek şey bile yoktu!
Seversin birini her şeyine ihtiyacın vardır. Kimi dostluğunu verir sesini esirger, kimi sesini verir sevgisini esirger... Nedenler, niçinler gelip yerleşir beyninize, bu nasıl dünya diyesin gelir?
Neden gidenin döneceğini beklersin? Giden dönse bile, bir daha gitmeyeceği, kalacağı kesin midir? Açığa vurduğun aydınlık sevgin sana ihanet ettiyse neden hâlâ bir gözün arkada?
Çok konuşuyorsam acı çektiğimdendir. Şimdi dilime bütün sözcükleri yasaklamışsam, susuyorsam acımın derinliğindendir susuşum.
Öyle ise neden hâlâ bir gözün arkada? Aydınlıktan bir beklentin mi var? Çirkinliklerin kol gezdiği aydınlık değil mi güllerini solduran?
Yalnızlığın seslerine aldanma! Gömül kendi karanlığına, şimdi saklambaç vakti!
Cumali Cumalioğlu
09.08.2008-13:20
Bu şiir toplam 611 kez okundu.
1.09.2008