SERBEST KÜRSÜ
KÜÇÜK BİR ODA’DA KÜÇÜK BİR ODA’DA Evin sessizliği iyice boğmaya başlamışken beni, bir yerlerde hala bir yaşam soluğu olduğunu unutmuş değildim. Hayal hanemi meşgul eden kelimeler hala canlılığını korumaya devam ediyordu. Ve bu bana azda olsa bir kuvvet veriyordu. Bir fincan çay almak için mutfağa gittim. Pencere yarıya kadar açılmış, şehir en hareketli saatlerini yaşıyor. Hafif bir müzik tınısı, rüzgârla birlikte pencere arasından süzülüyor, öte yandan bir bozacı şehrin en dip köşesine gidecek gibi boza diye bağırıyor. Bir anne bebeğine yaşam kaynağını sunuyor. Bir ambulans’ın siren sesi bölüyor geceyi, yaşlı bir adam sedye üzerinde hastaneye götürülürken gözüm sokağın loş lambasına ilişiyor. Geceyi tekrardan yaşıyorum ve gelecek olan sabahı içimde gizleyemiyorum. Pencereyi kapatıp evin sessizliğine tekrar dönüyorum. Odanın ışığı gözümü iyice kamaştırıyor. Bu sessizlik beni bir başka yöne doğru yöneltiyor. Oturduğum yerden kalkıp küçük bir odaya geçiyorum. Bu küçük oda, eskitemediğim ve yarınlarıma aidiyet duygusu olarak katmak istediğim gizli dostlarla dolu. Sayısız kelimeler kadar sayısız yollar vardır. Tıpkı bir kitabın iki yapağı arasında kalan iyi kötü yollar gibi. Evin sessizliğini birden bir kahraman bozuyor. Evet, o gerçekten bir kahraman ve benimde içimde kalan büyük bir kahraman. Belki benim belki de tüm insanlığın kaderini teşkil ediyor. Aklıma bakkalın sakat çocuğu geliyor. Ada da kendi halinde yaşayan bu insanlara daha iyi bir yaşam sunmak için adanın tek sahipleri olan martıları öldürmek vicdanı olmayan bir insanın aklına gelir ancak. Ve sonra sakat çocuğun iki tane yavru martıyı saklayışını gördüm. Ne var ki bununla da yetinmeyen başkan adaya tilki getirir ve o sakat çocuğun sakladığı martıları da ortadan kaldırır. Çaresizliğin elde kalışı ve özgürlüğün bir kuş gibi uçulduğu sanıldığı anda sakat çocuğun başkanı uçurumdan aşağı atması geliyor gözümün önüne. Acaba hangimiz onun yaptığını yapardık, o başkana gerçekten gülümseyerek giydiği beyaz takım elbisesiyle gönderir miydik? Düşünüyorum da bir ada da üç beş kişi olmak güzel ama daha büyük bir ada içerisindeyiz. Ve daha da aciziz. Kıpırdayamıyoruz, adeta hareketli ölüler gibiyiz. Hep bir el bekliyoruz yaşama dair dokunsun istiyoruz sihirli bir değnek… Küçük bir oda da, bir kitap yığının içinde oturuyorum. Çok hassas ve çok dikkatliyim. Bir kalbi tutar gibi avuçlarım titrek ve ürkek. Raif efendinin masum aşkı geliyor gözümün önüne. Sessiz ve masum oluşuydu beklide onu Aşka dair duygusal yapan. İçinde gizledikleri, dışa aktaramadığı yalnızca bir gece lambasıyla kaleme aldığı Aşkıydı onu tamamlayan. Her şeye rağmen yinede unutamadığı bir sonbahar günüydü onu aşka sürükleyen. Yapraklar yeni gelin gibi süzülürken dünyalarına, gökyüzü eşlik ediyordu maviliyle denize. Hangi aşk masumdu? Hangi aşk önce kalbe sonra göze baktı. Bir söz vardı ki sevgiliğe verilen hiç unutulmayacak, bir şiirin dizeleri gibiydi. İyice durgunlaşıyorum, iyice sessizleşiyorum. Gözüm den yaşlar bir inci gibi dağılıyor etrafa. Toplamaya çalışıyorum lakin gitmiyor ellerim. Nerede hata yapıyoruz? Nerede yanılgıya düşüyoruz? Aşk’ın anlamı neydi, sevgiliye nasıl bakmalıydık. Şimdilerde bir güvercinin avucumuzdan uçması gibi uçuyordu avucumuzdan mutluluklarımız. Raif Efendi gibi olmalı aşkımız. Önce kalbe sonra göze bakmalıyız. Utangaç tavırlarımız olmalı. Ukalaca dönüp dönüp bakmamalıyız mesela. Zaman akrebin sırtında ilerlerken onunla geçirilen zamanın saati olmamalı kalbimizde. Sustum. Tamam! Belki geceye dokunuyor bu sözler ama bana daha çok dokunuyor. Usulca bırakıyorum kelimelerimi damdan düşer gibi değil nezaketle. Oturduğum kitap yığının ortasından kalkıyorum. Bu gecelik size veda ediyorum. Belki bir gecenin kandillerinde buluşuruz. Beklide yeniden Raif Efendi gibi sever ve Âşık oluruz. Kim bilir… Dışarıdan yağmurun sesi gelmeye başladı. Kim bilir kimin yaralarına dokunuyor şuan. Bir de benim yaralarıma dokunsa. Hayata dair kaybettiğim tüm mutlulukları mı geri getirse diye pencere kenarından dışarıyı süzüyorum. Sonra pencereyi açıyorum bende soğuk duş etkisi yapan bu yağmuru içime doğru çekiyorum. Dokunsun istiyorum tüm yaralarıma okşasın istiyorum tüm bedenimi. Ellerimi dışarıya uzatıp dokunun tüm yaralarıma diye bağırmaya başladım. Şehrin en dip köşesinde yankılandı sesim biranda. Bir müddet bekledikten sonra tüm yalnızlığımı da kuşanarak odayı terk ettim. Geride kalan tüm masum hayallerimle…. /yusuf er/ yusuf er / 11.01.2013
Bu yazı 477 kez okundu.
YORUMLAR |