SERBEST KÜRSÜ
Kırmızı’yı Arayışıyım Kırmızı’yı Arayışıyım Sahil bugün bir başka olmalı. Kırmızı’yı görmeyeli neredeyse kırk beş gün oldu. Onsuz odama giren rüzgârın bile kokusu yok. Camdan düzensiz bir bahçeye bakıyorum. Sadece kurumuş ağaç yaprakları ve bir salıncak. O an için bir hayale dalıyorum. Salıncak üzerinde Kırmızıyı sallayışım geliyor gözümün önüne. Tebessüm edişi ve kestane rengine çalan saçlarının kokusu geliyor burnuma ve hiç gitmiyor yanı başımdan. Oysa o şuan da ne salıncaktaydı ne de yanı başımdaydı. Ne de birlikte kitap okuyorduk. Evet, onu görmeyeli kırk beş gün oldu. Gezmediğim yer bakmadığım gölgelik kalmadı. Hiçbir haber hiçbir iz yok. Onu tanıyan tanımayan her yüze sordum. Kimsenin onu gördüğü yok. Ne yapıp edip onu bulmalıyım. Hayatta tek gayem onunla nefes almak ve onunla yaşlanmak. Oysa o tek bir haber dahi bırakmadan bu kasabadan başka bir yere gitmişti. Günlerdir aynaya bakmıyorum. Çünkü baktığım her karede onu görüyorum onu duyumsuyorum. Uykusuz geçen gecelerim ve çalar saate olan şaşkınlığım var. Onu aramaktan asla yorulmadım, kalbim hala diri ve canlı. Onu bulacağıma eminim. Neden tek bir kelime bile etmeden gitmişti. Onsuz geçen dakikaları hep kendim de kusur arayarak geçirdim. Oysa hiçbir şey bulamadım. İnsan sevdiğini kusursuz sever oysa. Bende öyle sevmiştim. Üniversiteden arkadaşım Beyaz gün içerisinde uğruyor ve beni üzgün görünce o da üzülüyor. Aynı zaman da çocukluk arkadaşım Beyaz. Üniversiteyi birlikte bitirince sahil kasabasına dönerek gündem gazetesini kurmuştuk. Ve ne yazık ki Kırmızıyı kaybettiğim günden beri büroya uğramıyor ve çıkan gazetelere bile bakmıyorum. Kötü bir haber olsa ve gazetenin üçüncü sayfalarına düşse bundan haberim olurdu elbet. Kırmızıdan haber var mı? Hayır, yok Mavi… Biliyorsun ki kırk beş gündür arıyoruz. Gazeteye durumu yazdık. İzmir de ki yerel gazeteye de haber yaptık. Haber yok yok… Sanki yer yarıldı içine girdi. Keşke çıksa da Mavi ‘’Ben geldim’’ dese. Hiçbir şey konuşmadan sormadan sadece göz göze gelseniz ne iyi olur. Bu kasvetli hüzün deryasından sende çıkarsın. Ama yok işte. Hala pencere önünde oturmaktayım. Ve dışarıya taşlı yollara bakmaktayım. Geleceğini ümit ettiğim yolunun yönüne bakıyorum. Yok gelmiyor. Hadi kalk Mavi bize gidelim. Günlerdir bir şey yemiyor gözüne tek bir uyku dahi girmiyor. Ben inanıyorum ki Kırmızı sana ilk günkü gibi gülümsemesiyle gelecek. Yüzüne yaşlılık izleri çökmüş bir ihtiyar gibi oturduğum yerden kalktım. Peki, Beyaz geleceğim. Yalnız bugün yapmam gereken bir şeyi yapmak zorundayım. Ne yapacaksın Mavi? Ailemi ziyaret edeceğim. Onların yanına uğrayım, akşama gelirim. Sen git bende birazdan çıkarım. Peki, Mavi unutma akşama bizdesin yengen Maviyi almadan gelme demişti. Napalım bir açıklama yapacaz artık… Akşama görüşürüz diyerek evden ayrıldı Beyaz. Evin bahçesine indiğinde geriye doğru pencereye baktı. O bakınca bende perdeyi kapattım. İçeriye girip üzerimi değiştir. Sahil soğuk olur diyerek paltomu aldım. Ve bu eski evin içinden kendimi dışarıya attım. Tavan arasında kalmış bir eşya gibi hissediyorum kendimi. Yalnız yapayalnız. İçimde çakan bütün fırtınaların hep bir sebebi vardı. Kader, alın yazısı. Evden çıkalı uzun bir vakit olmuştu. Yürüme alışkanlığını bile ondan kapmıştım. Ara ara yavaş yürür sonra koşardık. Tıpkı o varmış gibi yanımda yapmaya başladım. Böyle ne kadar yaptığımı ve yürüdüğümü bilmiyorum. Önümdeki tepeyi aşınca sahile geldiğimi görüyorum. Ailemi bir tekne faciasında yitirdiğim ve tüm duygularımı tazelediğim tek yer. Burası. İçimdeki bütün cümleleri, harfleri döküyorum denizin dalgalı haline. Babam hep derdi ‘’denizin dili yoktur ama kulağı vardır. Sen ne dersen de o hep seni duyar. İyi ve güzel şeylerde sana kısa dalgalarını iyi olarak gösterir. Kötüyse sana büyük dalgalarını gösterir. Bu sözleri hiç aklımdan çıkmadı. Ve her geldiğim de buraya, denize iyi şeylerden bahsettiğim olurdu. Kötü şeylerde. Bugün denize hiç bir şey söylemeyeceğim. Çünkü benim kadar oda durgun. Oda bağrından bir parça koparılmış gibi sessiz. Tepede bulunan bir taşın üzerine oturuyorum. Belki bir saat beklide bir saatten fazladır buradayım. Hiç bir şey konuşmadan, haykırmadan denizi öylece izliyorum. Birden büyük bir rüzgâr deydi yüzüme. Yüzüm sağa doğru döndü. Sanki ilahi bir deyimle bana bir şeyler söylemek istiyor gibiydi. Gözümü kısa alan uzaklıkta bir insan gördüm. Rüzgârın sertliğinden sersemleşmiş gibi hissettim o an kendimi. Gözlerimi ovuşturdum. İnanamadım gördüğüme. O mu değimli diye sanki çöl ortasında serap görür gibi Kırmızıyı gördüm. Evet oydu. Uzakta da olsa yakında da olsa tanırdım onu. Oturduğum yerden kalktım. Ve hızlıca koşmaya başladım. Bir elim hava da Kırmızı diye bağırıyorum. Dönüp bakmıyor. Sanki gördüğüm serap mı diye yeniden iç geçiyorum. Ne önemi var bunun gördüğüm o, ona ulaşmalıyım. Giderek görüntü iyice belirginleşiyor. Hala Kırmızı diye bağırıyorum. Denizin ve rüzgârın sesi, sesimi bölüyor ona ulaştırmıyorlar sesimi. Yakınlaştıkça denize bakan yüzü birden bana dönüyor. Ve gördüğümün bir serap değil gerçek olduğu konusunda bir kanıya varıyorum. Ne var ki beni gördüğü halde gerisin geriye koşmaya başlıyor. Ben koşuyorum, o koşuyor. Zaman da yarışan iki yarışçı gibi koşuyoruz. Ona giderek yakınlaşıyorum. Neden benden kaçıyor böylesine nefret eder gibi… Ayağı kuma takılıp düşüyor. Ona yetişiyorum. Düştüğü yerden kaldırmak için kolunu tutuyorum. Kestane rengi saçları ve kahve gözleriyle bana duygu dolu bakıyor. Neden Kırmızı neden koşuyor ve kaçıyorsun? Lütfen beni bırak Mavi. Kaderime yalnızlığıma bırak beni. Hayır, bırakmıyorum kırk beş gündür seni arıyorum. Aramadığım yer bakmadığım mekân kalmadı. Hani söz vermiştik bir birimize, her şeye dair bir birimize sarılıp tutunacaktık hayata. Ve sen şimdi, beni kaderime yalnızlığıma terk et diyorsun. Onu kendime doğru çektim ve sarıldım. Uzun saçlarını koklamaya ve hasret dolu bakmaya başladım gözlerine. Neden Kırmızı söyler misin neden benden nefret edercesine kaçıyorsun? Yoksa bana olan sevgin bitti mi? Hayır, öyle söyleme Mavi, sana olan sevgim gökyüzünün denize yansıması kadar berrak ve duru… Yalnız sana söyleyemeyeceğim önemli şeyler var. Bilmeni istemiyorum. Gülen yüzün benim gibi solsun istemiyorum. Sus böyle konuşma Kırmızı… Bu güne kadar senden hep iyi şeyler duydum. Bugünde kötü şeyler duyayım ne önemi var artık. Sen yanımdasın kahve gözlerin benimle. O an duymak istemediğim ve denizin bile sert dalgalar yaydığı an da Kırmızı kanserim Mavi diye haykırdı. Sanki bir mızrak kalbimi delip geçti. Ve ben olduğum yere düştüm. Hayır, inanmıyorum sana diyecekken gözleri önüme düştü. Gün batıyordu. Güneş iyice kayboluyordu veda eden bir yolcu gibi… Kırmızı diye haykırdım o anda. Kollarıma öylece düştü. Gözleri açık kahve gözleri… Hafif gözyaşı ve tebessümle bana bakıyordu. Son vedası bana böyle kaldı. Beni bırak nereye gidiyorsun Kırmızı. Bana böyle mi veda edecektin. Yağmur üzerimize yağıyor toprak bedenine işlenen bir kaftan gibi kalıyor Kırmızının… Böyle mi son bulacaktı Aşk’ımız… /Yusuf er/ yusuf er / 31.01.2013
Bu yazı 521 kez okundu.
YORUMLAR |