SERBEST KÜRSÜ
Zaman Öyle Çabuk Geçiyor Ki Gece uyumadan önce sabaha; sabah uyanınca da geceye bırakıyorum bütün sıkıntılarımı her nedense.Sanki ertelediğim her dakika, her saat bana mutluluk getirecekmiş gibi geliyor bazen.Bazen de dalıp gidiyorum uzaklara, eskiyi düşünüyorum ister istemez.Güneş açınca kendimi hayatın gerisinde kalmış gibi hissediyorum.Bilmiyorum belki insanları dışarıda bir şeyler yaparken görmek, benim hiçbir şey yapmadığım hissini doğuruyor olabilir.Herkes belli belirsiz nedenlerle hareket halinde ve ben hareket ettiğimi düşünsem de içimde bir şeyler durulmakta; su gibi, serap gibi.Bazen ruhumun felç olduğunu zannediyorum.İçten içe yaşlanıyor muyum ne? Gerçi erkeklerin çok sıkıntılı olmadığı bir konu olsa gerek bu yaşlılık, İnsanlara fazla dikkatli davranıyorum, söyleyeceğim kelimeleri akıl süzgecimden iki, gönül süzgecimden üç kere geçirip söylüyorum.Beni bu kadar hassas yapan şey neydi? Çocukluğumda tam aksi bir kişilikti aslında.Ben mi değiştim farkına varmadan; ya da hayat mı değiştirdi beni, kendimi tanımadan, kestiremiyorum.Hep kış aylarını bekliyorum, yaza hiç özlem beslemedim bu zamana kadar.Soğuk bir kış akşamı, bir de hafif şubat yağmuru eşliğinde, dumanı üstünde tüten sıcak bir çay yudumlamak en büyük hayalim diyemesem de en büyük temennilerimden biridir her zaman.Ellerim aslında çok üşür kışın, en çok da parmak uçlarım.En az üşüyen yerim ise göğüs kafesimin sol kenarıdır.Sanki o havada loş bir sokak lambası gibi aydınlıkla ve güvenle parlar.Ben de ona güvenerek yürürüm o yolda taşıdığım gururla Hayatta herkesin, her zaman bir amacı olması gerektiğine inanırım; doğmak, büyümek, ölmek haricinde.Herkes bu hayattan yeterince hakkını alamadığını söylüyor fakat kim hak etmek için çaba sarfetmeyi deniyor onu da bilemiyorum.Ben kendime tek kelimelik bir amaç edindim: "Mutluluk" evet "Mutluluk" uzaktan bakınca sadece gülümsediğimiz anlarda hatırladığımız bir kelime gibi gelebilir fakat farklı anlamlar yüklenince hayatın ta kendisi olur.Örneğin; bir kitap okursun, okuduğunu anlarsın, anladığını yorumlarsın ve kendine bir pay biçersin anlatılanın içeriği doğrultusunda.Senin için yararlı olan bu birikim senin bunu kullanmana, yararını görmene, sonuç olarak sevinmene neden olur.Bunun anlamı ise senin "Mutluluk" talebesi olma mahiyetine erişmiş olduğundur, yani mutlu olmandır.Ya da şöyle düşünebiliriz; birini seviyorsun, o da seni seviyor.Güzel bir pazar sabahı, deniz manzaralı otantik bir kahvaltı salonunda gündoğumuna karşı birlikte kahvaltı yapıyorsunuz.O sana küçük bir ekmeğin arasına bir parça peynir koyup kendi elleriyle yediriyor; sen de biraz vakit geçtikten sonra, sabah onunla buluşmadan on beş dakika önce aldığın gülü uzatıyorsun ve onu sevdiğini büyük bir gururla söylüyorsun.O da buna karşılık senin yanağına kocaman tatlı bir buse konduruyor.Bu süreç kalp ritimlerinizin daha hızlı atmasına ve sizin mutluluk hormonu salgılamanıza neden oluyor.İşte o yarım saatlik zaman dilimi içerisinde ikiniz de mutlu oluyorsunuz. Tam da bu yüzden "Mutluluk" sadece sekiz harften oluşan harf topluluğu değildir; içini nasıl doldurduğunuz, ne anlayıp ne yorumladığınıza bağlı bir kum saatidir aslında.Yani hayatın ta kendisidir.Velhasıl herkesin ne yaşadığı değil, nasıl yaşadığı konusuna dikkat etmesi gerektiğini düşünüyorum şu üç günlük dünyada... Çağrı Ergün / 19.07.2013
Bu yazı 422 kez okundu.
YORUMLAR |