DUYURULAR

SERBEST KÜRSÜ

Şairül İslam Yunus Kokan - Vecizeler 11

537) Sınırsız özgürlük kaos doğurur.

538) Ne olur affet! Sen’indir sonsuz rahmet! Ne olur lütfet! Sen’indir sonsuz hikmet. Ne olur bahşet! Sen’indir ancak izzet!

539) Kâinat da mahlukat da ancak aynadır.

540) İnsan bu âleme sadece yiyip içip rahatça yaşamak için gönderilmemiştir. Kendisine verilen istidatlar, insanı ulvi bir gayeye sevk etmektedir. Bu istidatların başında da tefekkür gelmektedir. İnsanı insan yapan da akıl ve tefekkür değil midir?

541) Her insanın kendine: "Kimim ve neyim? Bu âleme nereden geldim? Nereye gidiyorum?" şeklinde sorular sorması akıl ve hikmetin gereğidir.

542) İnsan öncelikle kendini okumalı, düşünmeli, fehmetmelidir.

543) Ey insan! Sen bir hiç iken seni adem âleminden vücûd âlemine çıkaran Âlemlerin Rabbi Allah’tan başka kimdir? O Allah ki seni adem zulümatından kurtardı. Taş yapmadı, bitki yapmadı, hayvan yapmadı, eşref-i mahlûkat olan insan keyfiyetinde yarattı.

544) Allah’tan başka hangi güç, hangi ilim bir damla suyu; gören, işiten, düşünen ve konuşan bir insan suretine dönüştürebilir?

545) Bir damla suyu terbiye ederek onu erkek ya da dişi olarak hangi keyfiyette yaratacağını tercih etmek, ona gözler ve kulaklar, eller ve ayaklar, dil ve dudaklar vermek; onu gören, işiten, düşünen ve konuşan bir insan suretine dönüştürmek elbette yalnızca külli irade sahibi Âlemlerin Rabbi Allah’ın işidir.

546) Hâlık-ı Basîr-i Hakîm insanın gözlerini en güzel şekilde yaratmış, yerli yerine koymuş ve kirpiklerle korumuştur.

547) Bizleri hiçten, yoktan var eden ve bizlere gözler açan Âlemlerin Rabbi Allah, elbette ki gözlerimizi ve gözlerimizin gördüğünü layıkıyla görür. Basit bir gözlüğü yapan bir gözlükçü nasıl ki o gözlüğün gördüğünü görerek o gözlüğü icat ediyorsa, bize gözü ihsan eden Basîr-i Zülcelâl-i Ve’l-İkrâm da şüphesiz ki gözlerimizi ve gözlerimizin gördüğünü görmemekten münezzehtir ve pek yücedir.

548) Maddi anlamda en fakir bir insana dahi: “İki gözünü bana ver, mukabilinde tüm dünya senin olsun!” deseniz hiç düşünmeden: “Ben görmedikten sonra dünyayı ne yapayım?” diyecektir. O hâlde dünyadan daha değerli olan bu gözlerimiz için dünya kadar şükretsek yine de azdır.

549) Bize kulaklar açan ve sesleri kulaklarımıza saçan Âlemlerin Rabbi Allah kuşkusuz bizi, tüm mahlûkatın sesini ve kulaklarımızın işittiğini hakkıyla işitir. Basit bir işitme cihazını yapan bir kişi nasıl ki o cihazın fark ettiği sesleri fark edip, tabiri caizse işittiğini işiterek o cihazı icat ediyorsa, bize kulağı ihsan eden Semi’-i Zülcelâl-i Ve’l-İkrâm da şüphesiz ki sesleri ve kulaklarımızın işittiğini işitmemekten münezzehtir ve pek yücedir.

550) Allah insanoğluna dil diye tesmiye ettiğimiz öyle bir nimet vermiştir ki bu küçücük et parçası sayesinde hem Hâlık-ı Hakîm’in yarattığı nihayetsiz tatları ayırt ederiz hem de aklımıza, ruhumuza, kalbimize tercüman olan bu dil sayesinde kendimizi ifade ederiz.

551) Sâni’-i Hakîm insanı her bir azasıyla bir sanat eseri olarak halk etmiş ve yine her bir azasına ayrı ayrı hikmetler takmıştır.

552) Saçlar, kaşlar ve kirpikler üçü de görünüş itibariyle birer kıl olmasına rağmen, Sâni’-i Hakîm-i Adl-i Hafîz kaşlar ve kirpiklere bir ölçü, bir sınır koymuştur.

553) Bir A4 kâğıdı kadar küçük bir alanda aynı azaları yerleştirmek suretiyle böyle nihayetsiz simaları halk etmek her şeyin yaratıcısına has öyle mükemmel bir tasarruftur ki akılları hayrette bırakıyor.

554) Hâlık-ı Hakîm-i Kadîr-i Zülcelâl’in varlığını ve birliğini ilân ve ispat eden iki çeşit âyeti vardır:

1) Kelam sıfatından gelen, Cebrail (a.s) aracılığıyla vahiy yoluyla indirdiği âyetler.

2) Kudret sıfatından gelen, kitab-ı kâinattaki her bir mahlûku üzerinde tecelli eden âyetler ki buna tekvini âyetler diyoruz.

555) Kelam sıfatından gelen okuduğumuz Kur’an-ı Kerim ile kudret sıfatından gelen tabiri caizse kitab-ı kâinat olan Kur’an ve bu iki kitaba ait âyetler karşılıklı olarak birbirine işaret eder, birbirini izah, ispat ve tefsir eder.

556) Kur’an’ı indiren, kitab-ı kâinatı yaratandan başkası olmadığı gibi, şu kitab-ı mûcize-i kâinatı halk eden de Kur’an’ı indirenden gayrısı değildir. O hâlde müessir elbette eserini anlatacak, izah edecek ve tefsir edecektir.

557) O Allah ki sizi bu dünya sarayına bir misafir yolcu, çiçeklerle müzeyyen yeryüzü sergisine bir misafir seyirci olarak göndermiş; onun üzerinde dolaşır ve Sâni’-i Hakîm’in sanat eserlerini temaşa edersiniz. Dünya misafirhanesine, dünya sarayına o koca güneşi bir lamba, bir soba yapmış. Yine geceleri zifiri karanlıkta kalmayın diye ay’ı o saray ahalisine bir kandil ve yıldızları da mumlar kılmış. Hâl böyleyken nasıl bu işleri görmezden gelir, tesadüfe verir de Hâlıkınızı inkâr edersiniz?

558) Bu şuursuz ve iradesiz rüzgârlar bizi bilmez ve sesimizi duymaz ki bize şefkat ederek yağmur yüklü bulutları bizim için kaldırıp muhtaç olduğumuz yere sevk etsin! O bulutları, rüzgârları istihdam ederek dilediği yere sevk eden Semi’i-Mucîb’tir, Basîr-i Kadîr’dir, Hakîm-i Mutlak’tır.



Şair'ül İslam Yunus Kokan / 9.10.2019

Bu yazı 85 kez okundu.


YORUM YAP



YORUMLAR

Siirdemeti.Net - 2005 Yılından Günümüze Karşılıksız Sevgi ©