DUYURULAR

SERBEST KÜRSÜ

Ağaç dalında kalan son yaprak

Ağaç dalında kalan son yaprak
Rüzgârların alabildiğine hırslı estiği günlerden bir gündü…
Dışarı çıkılmaması gerektiği konusunda uyarılar yapılıyordu. Günlük hayat birden bire fire veriyordu. Herkes evine sığınmış olan biteni televizyonlarından izliyorlardı. Rüzgâr, önüne kattığı her şeyi ama her şeyi götürüyordu. Adeta nefret okunuyordu, gözlerinden. Sanki bir yara, sanki bir darbe almış gibi hışımla esiyordu. Binlerce iz geride bırakıyordu. Geride kalan izler ise bir savaş alanını andırıyordu. Dışarıya çıkılacak gibi değildi. İnsanlar anlam vermeye çalışıyorlardı bu duruma fakat bir türlü anlam veremiyorlardı.
Korku, insanının doğasında olan bir gerçeklik… Annem; hep der ‘’boyunu aşan işlere kalkışma! Olurda aşamayınca korkuya kapılmayasın. İnsan doğası böyle işte; bir rüzgâr gelir, sığınacak yer arar. Bir şeyler yolunda gitmiyor anlaşılan. Yoksa birden bire böyle bir rüzgâr gelmezdi bu şehre.
Bu şehir ayrılık değil, aşk kokar. Seven sevdiğini en başköşesinde ağırlar. Gelen hiçbir misafiri orada ağırlamaz. Hiç duyulmamıştı bu şehirde ayrılık kelimesi. Hüzün dahi alınmamıştı bu şehrin kapısından. O yine bildiğini okuyarak (hüzün) gitmişti bir başka kapıya. (oysa şimdilik)
Şimdi bu rüzgârlar neyin nesiydi? Bir ayrılık sinyalinin verildiği vakit miydi? Herkes bunun nedenini elbette rüzgâr sonrası öğrenecekti. Meraklı bakışlar hala dışarı da ve ekran başında. Yıkım hala devam ediyor. Bu böyle birkaç dakika devam ettikten sonra rüzgârın hız kestiği fark edildi.
Ardından göğe yükselen ağaç yaprakları fark edildi. Bir müddet öylece izledikten sonra bu ağaç yapraklarının nereden geldiğini anladılar. Yıllar önce bu şehrin ortasına dikilen ağacın yapraklarıydı bunlar. Ağacın üzerinde; Hüzün değmesin gözyaşlarına, ayrılık uğramasın buralara diye yazılıydı. Ne var ki sadece ağaçta değil, ağacın yapraklarında da aynı şey yazılıydı.
Rüzgâr nerdeyse durmuştu. Şehir enkaz altında kalmış, yaralı bir serçe gibiydi o an. İnsanlar bu bakışlar içinde evlerini terk ettiler. Biri bu yasayı çiğnemişti. Ama kim? Bilinmiyor, bilinmezlikler içinde gideceği belliydi bu işin.
Evinden çıkan insanlar, avuçlarına düşen yaprakları birer birer toplayıp, avuçlarında biriktirdiler. Sonra, tek tek açıp okudular …
Ne var ki değişik bir yazıya rastlayamadılar. Hep aynı yazı mevcuttu. Herkes birbirine bakıyor, değişik bir yazı bulma ümidiyle. Şaşkın ve garip bir halde hepsi birden koşmaya başlıyorlar. Hep birlikte o ağacın yanına gidiyoruz diye bağırdılar.
Uzun bir koşuşturmanın ardından oraya vardılar. Vardıklarında daha çok şaşkına döndüler. Genç bir kız gözyaşlarına boğulmuş ağlıyor. Ağacın altı, sanki göl olmuş, dolup taşmıştı.
Şehir ilk defa böyle bir şeyle karşılaşıyordu. Bu konuda ne yapmalıydılar bunu da bilmiyorlardı.
Hüzünde ayrılıkta bir yolunu bulup girmişti bu şehre.
Ama nasıl?

/Yusuf er/


yusuf er / 11.04.2013

Bu yazı 581 kez okundu.


YORUM YAP



YORUMLAR

Siirdemeti.Net - 2005 Yılından Günümüze Karşılıksız Sevgi ©